POLİS DERGİSİ
POLİS DERGİSİ
HABERLER
NÜKLEER EMNİYET VE NÜKLEER GÜVENLİK
NÜKLEER EMNİYET VE NÜKLEER GÜVENLİK

Nasıl bir güçten bahsediyoruz?

Bin tane kamyonun her birine yirmişer ton dinamit yüklediğimizi ve hepsini Ankara Kızılay Meydanı’nda veya İstanbul Taksim’de aynı anda patlattığımızı düşünelim. İşte Hiroşima’da olan yaklaşık böyle bir şeydi. Ve bu denli büyük bir yıkımı yaklaşık 10 kg lık plütonyum yaptı. Buna fisyon yani bölünme yani atom bombası dedik.

Hidrojen bombası 1952’de Güney Pasifik’te okyanus dibinde patlatıldı. Yaklaşık 50.000.000 ton TNT eşdeğerinde enerji açığa çıktı. (Hiroşima’ya atılan atom bombasının 2500 katı) Yani 20 şer ton dinamit taşıyan kamyon sayımız 2.500.000’e çıktı. Ortalama Türkiye’de her ile 20 şer ton dinamit yüklü 25.000 kamyon düşüyor. Buna ise füzyon, yani birleşme, yani termonükleer bomba, yani hidrojen bombası dedik.

Patlama anında ilk önce onlarca milyon sıcaklığında ve yüzlerce km uzaklıktan bile güneşten daha parlak görünecek şekilde ışık açığa çıkaran onlarca km yüksekliğinde bir ateş topu oluşur, o ateş topunun içinden ses hızını geçen şok dalgaları (basınç-sıcaklık nedeniyle) çıkar ve yüzlerce km boyunca önüne geleni yok eder. Bunu yüzlerce km hızla ilerleyen rüzgârlar takip eder. Ateş topu, şok dalgası ve rüzgârlardan sonra hala yaşayan canlılar varsa radyoaktif ışın ve serpinti gereğini yapar.

Tarihçesine kısa bir göz atalım…

İnsanlık 1939 yılında fisyon olayını keşfetti, 1942 yılında ABD’de nükleer reaktörlerin ilk atası yapıldı. İcadından sadece 3 yıl sonra ise bu buluş 3-6 Ağustos 1945’te Japonya’da (Hiroşima ve Nagazaki) nükleer bir silah olarak kullanıldı.

26 Nisan 1986 SSCB/Ukrayna’da Çernobil Nükleer Santrali patladı. Kötü niyetin olmadığı düşünülen bu patlamada, hem santraldeki mühendislik hatasının hem de insan faktörünün etkili olduğu söylenebilir.

11 Mart 2011’de Japonya’da (Fukuşima) depremden kaynaklı dalgalar tsunamiye yol açtı ve dalga engelleyicileri aşarak güç şebekesinin ve yedek jenaratörlerin devre dışı kalmasına, reaktörün soğutulamaması sonucu patlamasına yol açtı. Bu olayda da kötü niyetten ziyade mühendislik hatası söz konusuydu diyebiliriz. Sadece dalga engelleyicilerin bile yeterli yükseklikte yapılması veya jeneratörlerin yükseğe konması bu olayı önleyebilirdi. Lakin her iki olayda da murphy yasası çalıştı.

Fukuşima’dan 1 ay sonra Ankara Üniversitesi Nükleer Bilimler Enstitüsü çatısında yağmur sularından örnek alındı ve yağmur sularında radyoaktivite tespit edildi. Eş zamanlı olarak Almanlar da benzer şekilde Almanya’da bunu ölçmüşlerdi. Serpinti yağmur, rüzgar, vb. etkilerle her yere yayılmıştı.

Çernobil olayında da benzer serpinti olmuştu. Bu olaydan sonra epey uzun bir süre ilkokulda fındıkların bedava dağıtıldığını ve bol bol yediğimizi, televizyonda siyasetçilerin çaylarda zararlı bir şey olmadığını göstermek için çay içtiklerini hatırlıyorum. Oysaki Çernobil patlamasından sonra ölçümlerde görev alan bir fizikçi, bana radyasyonun tüm bölgeye yayıldığını ve tüm ürünlere nüfuz ettiğini söylemişti.

BM, Nükleer Silahsızlanma ve Samimiyet…

ABD ve Sovyetler birbiri ardına onlarca megaton gücünde nükleer silah denemeleri yapmaya başladı. Olay öyle bir noktaya geldi ki 30 Ekim 1961’de Sovyetler tarafından denenen ve havada patlatılan çar bombası 50 megatonluk bir güce sahipti. Bundan daha güçlü bir nükleer deneme Dünya’nın sıkıntıya girmesine yol açabilirdi. Uzayda yaşanabilir yeni yaşam alanları arayan insanlık daha doğrusu ABD ve Sovyetler, evrende bilinen tek yaşam alanı olan Dünya’yı yok etmek üzere olduğunu fark etti ve 1970 yılında ABD, İngiltere, Rusya “Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması”nı imzaladı.

Devletimiz 29.03.1979 tarih ve 2225 sayılı kanunla kabul edilen ve 10.04.1979 tarihli 16605 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlülüğe giren “Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması (Türkçe kısaltması NSYÖ, İngilizce kısaltması NPT)”nı onaylamıştır. Şimdi söz konusu anlaşma maddelerine bir göz atalım;

Madde1 özetle: Nükleer silah sahibi olan devletler nükleer silah sahibi olmayan devletlere doğrudan ya da dolaylı olarak nükleer silah sağlamayacağına söz verir.

Madde2 özetle: Nükleer silah sahibi olmayan devletler doğrudan veya dolaylı nükleer silah edinmeye çalışmayacaklarına söz verir.

Madde3 özetle: Nükleer silah sahibi olmayan devletler tüm nükleer malzemelerin nükleer güvence denetimine tabi olacaklarını kabul ederek söz verir.

Söz konusu anlaşmanın 1970 tarihinde imzalandığı düşünülürse yaklaşık 50 yıllık bir zaman geçmiştir ve görülüyor ki amaç nükleer silahsızlanmadan ziyade mevcut durumun korunması yönündedir. Zaten anlaşmanın ilk üç maddesinden bu durum açıkça anlaşılmaktadır. Birleşmiş Milletler (BM) nasıl ki dünya barışını sağlama ve devam ettirme iddiasında ise ama uygulamada 5 daimi ülkenin (Fransa, İngiltere, Rusya, Çin, ABD) çıkarlarıyla bağdaşır bir görünüm arz ediyorsa burada da aynı durum söz konusudur. Nasıl ki dünyanın beşten büyük olmadığı dillendirilmeye başlanmışsa, ilerleyen süreçte mevcut durumun korunmasından ziyade asıl amaca yönelik yani nükleer silahsızlanmaya yönelik gerçek adımlar atılması gerektiği yönünde taleplerin dillendirilmesi de çok yakındır ve son derece haklı bir taleptir. Kral eğer çıplak ise onun kral olması çıplak olduğu gerçeğini değiştirmez. Belki bu gerçeğin ifade edilmesini biraz geciktirebilir ama değiştirmez. Kral eninde sonunda bununla yüzleşecektir. BM’deki beş daimi üye devlet ile NSYÖ-NPT anlaşması imzalandığı sırada nükleer silaha sahip beş devletin aynı devletler olması da elbette ki bir tesadüf değildir. Söz konusu anlaşma amacı bakımından tekrar ele alınmalı, mevcut durumdan ziyade gerçek manada bir nükleer silahsızlanmayı sağlayacak şekilde gerekli düzeltmeler yapılmalıdır. Ayrıca sayın Cumhurbaşkanımızın da ifade ettiği gibi Birleşmiş Milletler de gerçek manada milletlerin birleşiminden oluşmalıdır.

Nükleer Emniyet ve Nükleer Güvenlik Kültürü

Buraya kadar yazdıklarımız bir devletin bilerek ve isteyerek yani kasten nükleer silah üretmesi ve bunu bir başka devlete karşı, yani insanlara karşı kullanmasıdır. Yani insanların nükleer silahlardan korunması söz konusudur ki biz buna nükleer güvenlik diyoruz. Lakin nükleer güvenlik açısından tehlike her zaman bu şekilde olmayabilir. Bir terörist devlet veya bir terörist organizasyon da insanlar açısından kasten benzer bir tehlike oluşturabilir. Burada karşımızda NSYÖ-NPT gibi anlaşma imzalayacak bir muhatap da bulamayız. Hatta ve hatta ortada kötü niyet ve nükleer silah da olmayabilir.   

Dünya şuanda elektrik enerjisinin %16’sını nükleer enerjiden karşılıyor ve giderek artan enerji ihtiyacı düşünülürse bu yöndeki çalışmalar azalacak gibi görünmüyor. Ülkemizde de önce Akkuyu (her biri 1200MW’lık 4 reaktör) daha sonra ise Sinop (her biri 1450MW’lık 4 reaktör) ve muhtemelen ileride başka santraller de devreye girecektir. Giderek artan enerji ihtiyacı ve fosil yakıtların küresel ısınmaya/felakete yol açtığı düşünülürse yakın gelecekte nükleersiz bir çözüm görünmemektedir. Enerji sorununu çözmüş olsaydık bile gerek uzay çalışmaları, gerek sağlık sektörü, gerek bilimsel araştırmalar veya komşularımızdaki nükleer santraller nedeniyle de bu konuyla yüzleşmemiz gerekecekti.

Türkiye pek de aşina olmadığı bir konuyla karşı karşıyadır. Şuan sınırlarımıza yakın beş komşu ülkede üstelik deprem fay hatları üzerinde veya yakınında nükleer santraller bulunuyor. Özellikle Ermenistan ve Bulgaristan’daki santraller yaşlanmış ve sorunlu/sıkıntılı diye tabir ettiğimiz nükleer santrallerdir.

Nükleer Emniyet, nükleer veya radyoaktif malzemelerin insandan korunmasıdır. Kısaca bu tür malzemelerin, teröristlerin veya kötü niyetli insanların eline geçmesine engel olmak için saklanması, muhafazası, nakli, barışçıl amaçlarla kullanımı gibi aşamalarda yapılması gerekenleri ihtiva eder.

Nükleer Güvenlik ise insanların nükleer ve radyoaktif malzemelerin zararlı etkilerinden korumak için yapılması gerekenlerdir. Bilerek veya bilmeyerek nükleer veya radyoaktif malzemelerin insan sağlığı açısından zarar verecek şekilde kullanımı bu kapsamda ele alınabilir.

Nükleer Emniyet ve Nükleer Güvenlik kültürü ise nükleer enerjinin barışçıl ve faydalı uygulamalarına dikkat çekerken askeri ve kötü niyetli kullanımlarının önlenmesi için toplumda oluşması gereken farkındalık ve bilinç düzeyidir diyebiliriz.

Nükleer Enerjinin Barışçıl Kullanımı

Nükleer güç santrali nükleer silah değildir. Atom bombası için yani nükleer fisyon için %90 oranında zenginleştirilmiş uranyum gereklidir. Zenginleştirmeden kastımız uranyum içindeki 235 izotopunun bolluk oranıdır. Nükleer reaktörler için ise zenginleştirme oranının %0.7’den büyük olması yeterlidir. Doğada bulunan doğal uranyumun zenginlik derecesi bu civardadır. Yani az bir zenginleştirme elektrik enerjisi üreten santraller için yeterliyken bu oranlarda bir zenginlikle atom bombası yapmak olası değildir. %0,7 oranın altı ise fakirleşmiş ya da tükenmiş uranyumu ifade eder. Anti parantez içinde şu satırları yazmak isterim. Eğer bir mühimmat delinmez denilen zırhları deliyorsa muhtemelen içerisinde tüketilmiş uranyum vardır. Gene aynı şekilde eğer bir zırhı en güçlü silahların bile delemediği söyleniyorsa muhtemelen içerisinde tüketilmiş uranyum vardır. ABD, Telafer, Azez, Saraybosna, vb. yerlerde kanser vakalarının çok arttığı söyleniyor, bunun nedeninin de o bölgelerde kullanılan zırhlı askeri araçlar veya zırh delici mühimmata gerek ABD askerlerinin gerekse de bölge halkının teması sonucu oluştuğu tahmin ediliyor. ABD bu konuda tükenmiş uranyum kullandığını kabul etmekle birlikte tüketilmiş uranyum kullanmanın sağlık açısından zararlı olduğunu kabul etmiyor. Tıpkı elektromanyetik dalgaların insan sağlığı üzerindeki etkileri nasıl net olarak bilinmiyorsa tüketilmiş uranyum konusunda da durum aynıdır. Bu sağlık açısından zararsız demek değildir. Anti-parentezi ben şimdilik burada kapatıyorum. Son sözü ilerleyen süreçte bilim söyleyecektir. Ben bir fizikçi ve mühendis olarak istatistiki verilere ve gözlemlere bakarak tüketilmiş uranyumdan da uzak durmanızı salık veririm.

Teröristler nükleer bir silah yapabilir mi?

Bu çok kolay bir iş değildir. Ama yapılamaz da değildir. Açıkçası ben pek olası görmüyorum ve bu yüzden bunun üzerinde durmayacağım. Bundan ziyade bir teröristin, konvansiyonel silahlarla yani geleneksel silahlarla nükleer veya radyoaktif malzemeleri birlikte kullanarak kirli bomba dediğimiz türden silahları yapması çok daha kolay ve gerçekçi olacaktır. Bunun ilk etapta yaklaşık olarak 1 milyar dolar ve 10 yıllık süreçte ilave 16 milyar dolarlık bir maddi kayba yol açacağı düşünülmektedir. Bunun için yapmamız gereken en önemli şey nükleer veya radyoaktif malzemelere teröristlerin erişiminin engellenmesidir. Çünkü bu tür malzemelere erişebilen bir terörist bunu geleneksel silahlarla birlikte kullanarak kolaylıkla karışıklık ve korku yaratabilecektir. Veya barışçıl amaçlarla kurulmuş bir tesise yapacağı bir saldırı ile nükleer veya radyoaktif bir sızıntı yapmayı deneyecektir.

Elbette ki bunlar yetkili makamlar tarafından düşünülecek gerekli önlemler alın(malıdır) acaktır.

Nükleer tesisler hava ve deniz kuvvetleri tarafından korunacak, olası bir saldırı önlenecektir.

  • Karada, güvenlik profesyonel ve silahlı birimler tarafından sağlanacaktır.
  • İstihbari birimler en üst seviyede her ihtimali değerlendirecektir. Özellikle teröristlerin içeriden yetkili bazı kişilere ulaşarak, zaaflarından faydalanmak suretiyle veya kendi/sevdikleri insanlara zarar verme tehdidi ile santralin kasten patlatabileceği konusundaki senaryo ile ilgili gerekli önlemler alınacaktır.
  • Mühendislik konusunda son derece dikkatli olunacak, tüm sistemin ikinci/üçüncü bir kontrol sistemi olacaktır. Özellikle çağımızın bileşim çağı olduğu düşünülerek, binlerce km uzaklıkta bir ergenin bile sisteme sızarak milyonlarca insanın ölmesine veya yaralanmasına yol açabileceği, milyonlarca lira zarar verebileceği gerçeği unutulmamalı gerekli kontrol sistemleri oluşturulmalıdır.
  • Nükleer çevrim diye adlandırdığımız (fabrikasyon, kullanım, depolama, vs.) sürecin tüm aşamalarının kaydı tutulmalı, son derece hassas bir şekilde denetlenmelidir.
  • Nükleer ve diğer radyoaktif kaynak taşınmasının/nakledilmesinin kaydı tutulmalı, özellikle tesis dışında sabotaj ihtimali konusunda gerekli önlemler alınmalıdır.
  • Ermenistan’ın eskimiş ve tehlikeli santrali sınırımızın hemen dibindedir. Ülkemize yakın nükleer veya radyoaktif tehlikeler konusunda gerekli adımlar atılmalıdır.
  • Acil durum hazırlıkları yapılmalı en kötü duruma bile hazırlıklı olunmalıdır.
  • En önemlisi bu konuda nükleer emniyet kültürünü oluşturmalıyız. Nükleer emniyeti artırmak için görev yapan veya hizmet sunan bireylerin, kuruluşların ve enstitülerin özellikleri, yaklaşım/bakış açıları, tutum ve davranışlarının tümünün birleşimi “nükleer emniyet kültürü”nü oluşturur. Nükleer Güvenlik ve Nükleer Emniyet karşılıklı birbirini güçlendirmeli ve her birisi için ortak amaç; insanların yaşamını, toplumu, çevreyi ve mülkü/maddi varlıklarını korumaktır. Nükleer Emniyet sürecinin başarısı bu sürece dahil olan insanların bilinç düzeyine bağlıdır.
  • En olası senaryo görünen kirli silahların kasıtlı-kötü amaçlı kullanımının politik, ekonomik, sağlık, çevre üzerinde tahrip edici sonuçları olacaktır. Özellikle nükleer patlayıcı kullanılması durumunda ise bu etkiler, öngörülemez yıkıcı ve bozucu sonuçlar doğuracaktır.

Cevap bekleyen pek çok soru var…

Nükleer Güvenlik ve Nükleer Emniyet konularında olası tehlikelere gerçekten hazır mıyız? Bu konuda gerçek manada uzmanlarımız var mı? Kurumlarımız hazır mı? Nükleer atık sorunu ile ilgili çözüm yöntemimiz hazır mı? Yoksa Ruslar atom bombası yapımında kritik öneme sahip plütonyumu bizden alıp diğer nükleer atıklar konusunda bize sadece nasihat mı verecekler? Nükleer Fizik ve neredeyse tüm mühendislik alanlarında konusunda uzman yüzlerce akademisyenimiz varken bu zamana kadar tek bir santral bile yapamamış olmamızın mantıklı bir açıklaması var mı? Nükleer santrallerin yap-işlet-devlete sat mantığı ile yaptırılması doğru mu?  Yaşadığımız coğrafya ve mevcut terör örgütleri düşünülürse nasıl bir konuyla karşı karşıya olduğumuzun farkında mıyız? Özetle neyle karşı karşıya olduğumuzun ve işin ciddiyetinin farkında mıyız?