POLİS DERGİSİ
POLİS DERGİSİ
HABERLER
TANIK KORUMA PROGRAMINDA TÜRKİYE ÖRNEĞİ
TANIK KORUMA PROGRAMINDA TÜRKİYE ÖRNEĞİ

Tanık Koruma; izlenen bir haberde, okunan bir gazetede veya kitapta, bir konuşma ortamında ya da herhangi bir yerde geçtiğinde kamuoyunda akla gelen ilk şey Gizli Tanıktır. Tanık Koruma kavramının ülkemizde yaklaşık on senelik bir serüveninin olması ve kısa sürede medyada topluma yanlış aksedilmesi sebebiyle vatandaşlarımızca Tanık Koruma denildiğinde gizli tanık çağrışım yapmaktadır. Hatta Tanık Koruma bazı kesimler tarafından Ergenekon Kanunu ya da Ergenekon davaları için alelacele çıkarılmış bir kanun olarak dile getirilmiştir. Fakat bu son derece yanlış bir düşüncedir. Ergenekon davası için çıkarılmış bir kanun olmadığı gibi aynı şekilde sadece Fetullahçı Silahlı Terör Örgütü (FETÖ) davaları için uygulanan bir kanun da değildir.

Tanık Koruma, diğer deyişle tanığın korunması kavramıyla Ergenekon davasından daha eski tarihlerle karşılaşmaktayız. 30.1.2003 tarihinde TBMM tarafından Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanunun 24 üncü maddesi ile 14.1.2004 tahinde TBMM tarafından Yolsuzluğa Karşı Ceza Hukuku Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanunun 22 inci maddesi taraf devletlere, tanık ve yakınlarına yönelik öç alma veya sindirmelere karşı, Adaletle işbirliği yapanların ve Tanıkların Korunması yükümlülüğünü getirmektedir.

Ayrıca, Ceza Muhakemesi Usulü Kanununun yürürlükten kaldırılması ile yerine yürürlüğe giren 4.12.2004 tarihli Ceza Muhakemesi Kanununda ise ilk defa tanıkların korunmasına yönelik tedbirler belirlenerek düzenlemeler getirilmiştir. Daha sonra Tanık Koruma Kanunu 05.07.2008 tarihinde yürürlüğe girmiş ve böylece ülkemizde; ceza muhakemesinde yaptıkları tanıklık sebebiyle hayatı, beden bütünlüğü veya mal varlığı ağır ve ciddi tehlike içinde bulunan tanıkların ve yakınlarının korunmalarına yönelik kararlı adımlar atılmış ve tanığın isminin soruşturma ve kovuşturma aşamalarında gizlenmesinden fizyolojik görünüm değişikliğine kadar çok önemli tanık koruma tedbirleri hayata geçirilmiştir.

Görüldüğü üzere tüm uluslararası sözleşmelerde ve kanunlarda kamuoyunda dile getirilen gizli tanık ibaresinin yerine tanığın korunması kavramı ile karşılaşılmaktadır. Ceza Muhakemesi Hukukunda görevli ve yetkili mahkemeye sunulmak üzere Cumhuriyet Savcıları tarafından düzenlenen iddianamelerde suçun delilleri bölümü de bulunmaktadır. Çok açık bir şekilde anlaşılacağı üzere gizli tanık adli makamların kanaate ulaşmalarında önemli bir ispat, diğer bir deyişle delil çeşididir ve dinlenilmesi esnasında kimliği gizlenmiş olan kişidir.

Tanık Koruma Programında bulunan tanıkların tamamı gizli tanık değildir. Soruşturma ve kovuşturma aşamalarında açık kimlikleri ile ifade vermiş olup da Tanık Koruma Programında koruma altında bulunan tanıklar da mevcuttur. Kamuoyunca bu kavramların karıştırılmasının sebebi doğal olarak Tanık Koruma Programının üst seviye gizli olarak yürütülmesi, ülkemizde on yıl gibi kısa bir maziye sahip olması ve medya organlarınca topluma aksedilişindeki yanlışlıklardır.

            Tanık Koruma Programının ülkemizde uygulanmaya başlamasından itibaren kısa bir süre geçmesine rağmen tanık koruma uygulamalarında olumlu adımlar atılmış ve çok önemli mesafeler katedilmiştir. Bu anlamda uluslararası uygulamalar araştırılarak, yerinde görülerek ve görüşülerek veya gerektiğinde yabancı makamlarla toplantılar yapılarak yurt dışı faaliyetlerinden örnek uygulamalar değerlendirilmekte ve yurt içinde ise Adalet Bakanlığı ile uyum içinde çalışarak yaşanan aksaklıkların önüne geçilmektedir. Bunların yanında yine yurt içinde Programın uygulanması esnasında diğer kamu kurum ve kuruluşlarıyla ahenk içinde işlemler yerine getirilmektedir.

ANAYASAL GÜVENCE  

Kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak, kişinin temel hak ve hürriyetlerini sağlamak Anayasamıza göre devletimizin temel amaç ve görevleri arasında bulunmaktadır. Bunun yanında Anayasamıza göre herkes yaşama, maddi ve manevi varlığını ko­ruma ve geliştirme hakkına sahiptir ve hak ile hürriyetleri ihlal edilen herkes yetkili makamlara geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir. Sonuç olarak anayasa ilkeleri çerçevesinde, ceza muhakemesinde yaptıkları tanıklık sebebiyle hayatı, beden bütünlüğü veya mal varlığı ağır ve ciddi tehlike içinde bulunan tanıklar, kendileri ve yakınları için korunma talep etme hakkına sahiptirler, devlet ise bu kişileri korumakla mükelleftir.

TANIK KORUMANIN ÖNEMİ

            Öncelikle suç kavramı irdelendiğinde çok geniş bir yelpaze ile karşılaşmaktayız. Genel olarak bir suç işlendiğinde her kime karşı işlenirse işlensin sonucunda toplumsal düzene zarar verdiği ve toplumun genelinin huzurunu bozduğu için, suçlar kamu düzenine karşı işlenen ve düzeni bozan eylemlerdir. Toplumun fertlerinin huzurunu ve güvenliğini garanti altına almak, sağlanan kamu düzenini bozmaya çalışanları bulmak ve adalet önünde cezalandırmak devletin en temel görevlerindendir. Bu temel görevi sağlamak adına devletler, yüzyıllar boyunca suç ile mücadele etme çabası içerisindedirler.. Ancak suç metotları çağlar boyunca değişmekte ve suç örgütleri de bu değişime ayak uydurarak deep web, para transferlerinin dijital para ile yapılması, FETÖ’de olduğu gibi Bylock ile gizli haberleşme gibi savunma ve PKK terör örgütünün bombalı saldırı için drone veya planör kullanma metodu gibi saldırı metotlarını yenilemektedirler. Burada bilinmesi gereken, tarihte Sicilya/Amerikan mafyasının kuralları olarak anılan ve halen suç örgütlerinin kullandığı Omerta Kurallarının yani Suskunluk Yasasının değişim yaşamıyor olmasıdır.

Omerta (suskunluk) kurallarına göre; örgüt üyeleri herhangi bir nedenle gözaltına alındıklarında, bir suça görgü tanığı olduklarında veya bizzat kendilerini bir başkasının öldürmeye çalışıp kaçması durumunda o kişiyi bilmeleri halinde dahi susmak zorundadırlar. Hiçbir şekilde güvenlik güçlerinin veya adli makamların sorularını cevaplandırmamak veya işbirliğinde bulunmamak zorundadırlar.

 

Ülkemizde veya dünyanın diğer ülkelerindeki suç örgütleri veya terör örgütleri her ne kadar suskunluk veya Omerta olarak literatürlerinde adlandırmasalar da özünde aynı kuralları uygulamaktadırlar. Kendi kurallarını ihlal edenler ihanet etmiş sayılıp ölüm ile cezalandırılmaktadırlar.

Suskunluk yasasının yanında devletlerin işini zorlaştıran başka unsur ise suç ve terör örgütlerinin hücre yapılanmaları ve örgüt elemanlarının hepsinin birer Kod isimlerinin oluşudur. Örneğin; hücre sistemini kullanan, elemanlarının hepsine ve örgüt evlerine kod isim veren, aynı zamanda ezoterik bir yapısı bulunan FETÖ (Fetullahçı Silahlı Terör Örgütü) hakkında lider kadrosunun ve elemanlarının kimler olduğu, yapılanmalarının ne şekilde olduğu, haberleşmelerinin ve para akışlarının ne şekilde yapıldığı, işlenen suçların kimler tarafından ne şekilde işlendiği, talimatları kimlerin verdiği ve kimlerin yerine getirdiği gibi bilgilere sahip olmak için yine bu örgütün elemanlarının verecekleri ifadeler son derece önemli olmaktadır.

Bir yanda suç metotlarının günden güne değişmesi ve örgütlerin gizli yapıları, diğer yanda örgüt üyelerinin yakalandıklarında susmaları, suç ile mücadelede ve toplumsal düzenin sağlanmasında devletin işini son derece güçleştirmektedir. Hatta kimi zaman artan suç oranları nedeniyle sivil toplum örgütleri, siyasi aktörler, medya veya bazen bizzat toplumun kendisi tarafından devletlere baskılar yapılmakta ve bu baskılar devlet otoritesini güç durumda bırakmaktadır. Devlet, suç ile mücadele ve bir suç örgütünün çökertilmesi için ne kadar ceza kanunlarını değiştirirse değiştirsin, suçların ceza sürelerini artırırsa artırsın örgütü tanıyan bir muhbirin, bu suçlarda görevlendirilen bir gizli soruşturmacının veya örgütün içinden çıkacak bir üyesinin yapacağı tanıklık kadar etkili olmamaktadır.

Örgütlü suçların ve terör suçlarının uluslararası bağlantılar ile dünya genelinde yayılması, bu suçları sınır aşan suçlar hale getirmiştir. Ülkelerce yapılan onca mücadele sonunda, örgüt aleyhine çok önemli bilgileri mahkemeye sunacak olan tanıkların örgüt tarafından baskı altına alınması, tehdit edilmesi, aile fertlerinin kaçırılması gibi eylemler sonucu tanığın çekilmek istemesi veyahut birden ifade değiştirerek yalan beyanda bulunması ile karşılaşılmıştır. Tehdit ve baskı altında bulunan bir tanıktan doğru beyanlarda bulunmasını beklemek doğru bir beklenti olmayacaktır. Haliyle, davanın seyri değişecek ve bu şekilde davanın seyrinin değişmesi ise özellikle bu tip davaların kamuoyu tarafından takip edilmesi ve medya organlarında yer bulması nedeniyle kaçınılmaz olarak örgütün moralinin yükselmesi, bununla ters orantılı olarak da toplum nazarında devlet otoritesinde güven kaybı oluşması ile sonuçlanmaktadır.

            Devletler için örgütlü suçlar başta olmak üzere tüm suçlarla etkin mücadelede, hukuk sistemlerinde ve uygulamalarda yeni araç olarak Tanık Koruma Programının gerekliliği öncelikli ihtiyaç haline gelmiştir. Bu doğrultuda dünya genelinde birçok devlet hızla kanunlarını oluşturarak, Tanık Koruma Programlarını uygulamaya başlamışlardır. Bu uygulamanın meyvesi olarak ceza muhakemesi aşamalarında sağlıklı sonuç alma ve maddi gerçeğe ulaşma yolunda, tanığın devletinin kendisini ve ailesini koruyacağını bilerek, ülkesine güven duygusu içerisinde korkmadan beyanını vermesini sağlamışlardır.

 

GENEL DEĞERLENDİRME

            Ülkemizde Tanık Koruma Programı uygulanmaya başladığı andan itibaren birçok kesimden haksız eleştirilerde bulunulmuştur. Programın suiistimal edileceği, savunma hakkının yerine getirilemeyeceği, yargılamanın dürüstlüğüne gölge düşeceği, tanığa soru sorma hakkının gerçekleştirilmeyeceği, sadece gizli tanık beyanlarıyla hüküm verileceği gibi eleştiriler en başta gelenleridir.

Unutulmamalı ki, ülkemizin bir hukuk devleti olmasının yanında saat gibi işleyen hiyerarşik denetim mekanizmaları da bulunmaktadır. Soruşturma aşamasından başlayıp kovuşturma aşaması ile devam eden, İstinaf Mahkemesi ve sonrasında Yargıtay aşaması ile nihai karara ulaşan hukuk düzeni içerisinde, hatta üst mahkemelere Anayasa Mahkemesini ve Fransa Strazburg’a kadar gidip Avrupa İnsan Hakları Mahkemesini de dahil edersek, en acımasız eleştirilerden olan ortaçağ uygulaması, cadı avı ve engizisyon mahkemeleri veya istiklal mahkemeleri gibi tenkitler yerinde olmayacaktır. Zaten anılan bu hiyerarşik hukuk düzeninde, uygulamalarda görülen duraksamalar giderilmekte olup Yargıtay İçtihatları incelendiğinde temyiz yoluna başvurular neticesinde hükümlerin sadece tanık beyanlarına dayanarak verilmesi, tanığa savunma makamınca soru sorulmaması gibi gerekçeleriyle kararları onamayıp, bozulmasına hükmettiği görülecektir.

Bunun yanında ülkeler bazında hukuk sistemleri devamlı olarak birbirlerini etkilemektedirler, örnek yanlarını ve verilen kararları alıp kendi mevzuatlarını güncellemektedirler. Aynı Roma Hukuku, Kıta Avrupası Hukuku, Anglo-Sakson Hukukunun zamanla kendilerini yenilemelerinde olduğu gibi ülkemiz hukuk sistemi de kendini sürekli yenilemektedir. AİHM mahkemesi kararları da ülkelerin hukuk sistemlerine rehberlik ve öncülük etmektedir. Hukukun evrensel ilkelerinin korunması anlamında Tanık Koruma Kanunlarının uygulanmasına açık bir şekilde koşullar getirilmiştir. İşte tam burada bu koşullar eksiksiz uygulandığında yapılan eleştiriler kendiliğinden ortadan kalkacaktır.

Tanık Koruma Kanununda ve Yönetmeliğinde kanun koyucu, tanığın beyanının tek başına hükme esas teşkil etmeyeceğini, adil yargılamayı sağlamak adına tanığa sorular sorulabileceğini, tanığın ses ve görüntüsü değiştirilerek dinlenmesinde naip olunan hakim görevlendirileceğini belirtmiştir. Tanığın beyanlarına göre maddi delillere ulaşmak ve beyanı diğer verilerle desteklemek adına HTS kayıtları, baz istasyonu analizi, MOBESE, kamera kayıtları, PTS kayıtları, BDDK, Masak, banka hareketleri, gibi maddi deliller elde edilmelidir.

Diğer unsur ise, tanığın mimiklerinin beyan esnasında hakim tarafından görülmesi ve savunma makamınca tanığa sorular sorulmasıdır. Ses ve görüntüsünün değiştirilerek aktarılmasında her ne kadar duruşma hakimi tanığın mimiklerini görmese bile beyanda bulunan tanığın o esnada mimikleri yine diğer görevli bir hakim olan naip hakim tarafından görülmektedir. Bu aşamada tanığa Ceza Muhakemesi Kanununun 201 inci maddesi olan doğrudan soru yöneltme hükmü uygulanmaktadır. Burada tanığın korunması hükümlerinin yerine getirilmesi amacıyla dolaylı dahi olsa tanığın kimliğini ortaya çıkarabilecek sorulara duruşma hakimi veya naip olunan hakim izin vermemektedir.

Mevzuatlarda getirilen tüm bu düzenlemeler ve gösterilen çabalar ile suçun aydınlatılması, suçluların cezalarını çekmeleri ve kamu görevi olarak verdiği ifadesiyle tehdit altına giren tanığın zarar görmeden kendisi ve yakınları ile birlikte devletin koruyucu şemsiyesi altına girmesi amaçlanmıştır.

Vicdani görevini cesur ve kararlılıkla yerine getirerek ifadesini veren tanık, güvende olacağını hep bilecek ve “acaba ifadeyi benim verdiğim anlaşılır mı?”, “bu ifadeden dolayı ailemin başına bir şey gelir mi?”, “acaba takip ediliyor muyum?” gibi kuşku ve korkulara sahip olmayacaktır.

Konusunda uzmanlaşmış ve her geçen gün kendini yenileyerek geliştiren psikologlarımız, sosyal çalışmacılarımız ve Tanık Koruma personelimizin yeri geldiğinde mesai saati gözetmeksizin, iş sorumluluğunu kendi ailelerinin dahi öncesine almaları ve gayretleri neticesinde Tanıklar ve yakınları, içinde pişmanlıkların bulunmadığı, umut dolu bir gelecek ile yaşamlarını sürdürmektedirler.

Son olarak, yöneticilerimizin bizlere verecekleri güven ve destek temelinde kurumlararası sıkı işbirliğiyle Tanık Koruma Programını geliştirmek adına yapılanlara ilaveten daha çok adımlar atılacak ve Programın Türkiye uygulaması dünya genelinde parmakla gösterilerek örnek alınacak bir sistem haline gelecektir.

 

Hazırlayan:

Tanık Koruma Dairesi Başkanlığı